İlk Sinemalar


llk Sinemalar


Sinema başlangıçta ilginç bir deney yada basit bir eğlence türü olarak görülüyordu.İlk film gösterimleri genellikle laboratuarlarda yada evlerde, birkaç kişilik toplantılarda yapılıyordu. Hızla artan ilgi karşısında daha geniş salonlarda halka açık paralı gösteriler düzenlenmeye başladı. Kısa zamanda yaygın bir eğlence aracına dönüşen sinema, 20. yüzyılın başlarında önemli bir ticaret ve sanayi dalı durumuna geldi.

Film pazarı önceleri Fransızlar'ın elindeydi. Sonradan ABD'de kurulan yapımcı şirketlerin eline geçti. Halka açık ilk kısa filmler İngiltere'de ve ABD'de müzikli tiyatro oyunları sırasında gösteriliyordu. Sonraki yıllarda özellikle ABD'de nikelden yapılmış 5 sent gibi çok küçük bir parayla girilen ve yalnızca film gösterilerinin yapıldığı, nickelodeon adı verilen sinema salonları hızla yaygınlaştı. O
dönemde, teknik aksaklıklar yüzünden filmler sık sık kesintiye uğrar, izleyicileri oyalamak ve salonda tutmak için büyük çaba harcanırdı.



Sinema Sanayinin Gelişimi

İlk yıllarda sesi ve görüntüyü birlikte kaydeden bir aygıt yoktu, bu yüzden filmler sessizdi. 1912'de Fransa'da film gösterileri, pikap ve yükselteç kullanılarak müzik eşliğinde yapılmaya başlandı. Bu yenilikler izleyicilerin sesli görüntüye daha çok ilgi duyduğunu ortaya koydu.

Aynı dönemde ABD'li sinemacı Edwin S. Porter'ın öncülüğünde, bir öyküsü olan "konuşmalı" uzun filmler yapılmaya başlandı. Porter'ın Büyük Tren Soygunu adlı filmi soygun, kovalama ve silahlı çatışma sahneleriyle dolu, tipik bir western'di.

Porter bu filminde çeşitli çekim teknikleri kullandı. Bazen kamerayı hareket ettirerek bazen de uzak ve uzun yada yakın ve kısa çekimlerle gerçek bir canlılık ve hareketlilik sağlamayı başardı. Öyle ki, filmin bir sahnesinde kameraya doğru ateş eden kovboyun görüntüsü salonda büyük bir korku yarattı.

Konuşmalı filmlerde ses, görüntüyle eşlenen bir plağın üzerine kaydediliyordu. Her ülke için başka dilde yeni bir plak yapmak ve sesi görüntüye yeniden eşlemek gerektiğinden bu filmlerin maliyeti oldukça yüksekti. Bununla birlikte izleyicininkonuşmalı filmlere gösterdiği olağanüstü ilgi, yapımcıları bu alana çekmeye yetti.

Yaklaşık 1912'ye kadar 6-10 dakika süren, tek makaralık kısa filmler çekilir, izleyici komedi türündeki bu filmlerden 6-7 tanesini peş peşe izlerdi. Sonraki yıllarda birkaç makaralık uzun filmler yapılmaya başlandı.

İtalyan yönetmen Luigi Maggi, Pompei'nin Son Günleri adlı filmiyle Eski Roma'nın görkemli görüntüsünü ekranagetirdi. Bir başka İtalyan yönetmenin Enrico Guazzoni'nin çektiği Quo Vadisi?
Adlı konulu, uzun filmi dünyada büyük bir hayranlık yarattı.

Bu filmin hemen ardından ABD'li yapımcılar sinema izleyicisinin seveceği türden roman ve öyküleri art arda filme çekmeye, filmlerini daha yüksek fiyatlarla göstermeye başladılar. Bu filmler yaklaşık 90 dakika sürüyordu. Sinemadaki bu hızlı gelişme daha büyük ve daha rahat gösteri salonları gerektirdi. Avrupa'da ve ABD'de halk arasında "düş sarayları" adı verilen lüks ve gösterişli sinema salonları yapıldı.

I.Dünya Savaşı'ndan önceki dönemde Fransa ve İtalya olmak üzere Avrupa ülkeleri sinema alanında oldukça ileriydi. Korku, cinayet ve komedi filmleri ilk kez gene de bu ülkelerde çekildi. Oyuncularda fiziksele özelliklerin yanı sıra oyunculuk gücüde aranmaya başlandı.

Aynı yıllarda efsanevi kişilikleriyle milyonlarca insanın hayranlığını kazanan sinema yıldızları doğdu. Ne var ki, I . Dünya Savaşı'nın başlamasıyla birlikte Avrupa sineması neredeyse çöküntüye uğradı, çünkü filmin ana maddesi olan selüloit barut yapımında kullanılmaktaydı.

Oysa, aynı dönemde ABD sineması önemli gelişmelere sahne oldu. Bir Milletin Doğuşu ve Hoşgörüsüzlük gibi filmlerle adını duyuran ABD'li yönetmen David Griffith sinemada klasik anlatım üslubunun öncüsü sayılır. Yeni film tekniklerini sağduyuyla kullanan Griffith, sinemayı salt bir eğlence aracı olmaktan çıkarıp izleyiciyi aynı zamanda düşünmeye de yönelten, çok yönlü bir anlatım aracına dönüştürdü.

O yıllarda ABD'de sinema alanında büyük bir patlama yaşandı, uzun ve yüksek maliyetli filmler art arda çekilmeye başlandı. Yalın ve doğal oyunculuğuyla uluslar arası ün kazanan Mary Pickford, 1928'de imzaladığı yaklaşık 1 milyon dolarlık anlaşmayla "star" tipinin yaratıcısı Charlie Chaplin gibi unutulmaz sinema sanatçıları doğdu.

I. Dünya savaşı sonrası


I. Dünya savaşı sonrasında sinemada en önemli gelişme Almanya'da gerçekleşti. 1919-33 arasında Alman sineması altın çağını yaşadı. Zengin dekorlu ve kostümlü tarihsel filmlerin yanı sıra Ernst Lubitsch (1892-1947), Robert Wiene (1881-1938), Fritz Lang (1890-1976) ve Friedrich W. Murnau'nun (1889-1931) öncülüğünde "Alman Dışavurumculuğu" olarak bilinen bir akım başladı. Bu yönetmenler karakter oyuncusu yaratmayı başardıktan başka, ışık ve dekor kullanımındaki ustalıklarıyla da, dünya sinemasını önemli ölçüde etkilediler.

Robert Wiene'nin yönetmiş olduğu Doktor Caligar'nin Odası ve Fritz Lang'ın bilimkurgun öncüsü Metropolis'i yapıldıkları tarihten bu yana sinema sanatını etkilemiş yapıtlardır. Aynı dönemde bir başka önemli gelişmede, SSCB'de dünyanın ilk sinema okulu olan Devlet Sinema Enstitüsü'nün 1919'da kurulmasıdır. 1917 Ekim Devrimi'nden önce Rusya'da film sanayisi yoktu. 100'den fazla dilin konuşulduğu ve halkın büyük çoğunluğunun okuryazar olmadığı SSCB'de 1920'lerde 160 milyon insan yaşıyordu.

Ülkenin yeni yöneticileri, sinemayı bu büyük ülkede insanları ortak bir amaç doğrultusunda bir araya getirecek bir araç olarak görüyorlardı. Bu nedenle sinemaya büyük bir öncülük tanıdılar. Teknik araçların yetersizliğine karşın çok sayıda nitelikli film yapıldı. Griffith'le birlikte çağdaş sinemanın öncüsü sayılan Sergei Eisenstein'ın Potemkin Zırhlısı (1925) bunların en güzellerinden biridir.

Bir Yunan trajedisi gibi gelişen bu film etkileyici çekimleri ve kurgusuyla izleyicinin soluğunu keser. Dönemin önde gelen yönetmenlerinden Vsevolod İ. Pudovkin'in bir Maksim Gorki uyarlaması olan Ana (1926) filmi sessiz sinemanın başyapıtlarındandır.

Dünya Savaşı'ndan sonra 1920-27 arası Fransa'da ilgi çekici filmler yapıldı. Dönemin önde gelen yönetmenlerinden Rene Clair İtalyan Hasır Şapka adlı komedi filmiyle adını duyurdu. 1920'lerde sinema ABD'nin en büyük sanayi dallarından biri durumuna geldi.

Metro- Goldwyn- Mayer, Paramount, United Artists gibi dev film şirketleri o dönemde kuruldu. Yumuşak iklimiyle açık hava çekimlerine uygun olan Los Angeles kentinde Hollywood, ABD sinema sanayisinin merkezi durumuna geldi. Her çeşit filmin yapıldığı bu dönemde gag türünde kavgalı dövüşlü komediler başta geliyordu.

Charlie Chaplin, Buster Keaton, Stan Laurel ve Oliver Hardy 1920'lerde parladı. Bu yıllarda yarısı 20 yaşın altında olan 40 milyon ABD'li düzenli olarak her hafta sinemaya gidiyordu. Sinema tarihine adı geçen filmlerden Cecil B.De Mille'in yönettiği On Emir, Douglas Fairbanks'in her ikisinde de başrolü oynadığı Robin Hood (1922) ve Bağdat Hırsızı bu dönemde yapıldı.

İngiltere'de sessiz sinemanın önde gelen yönetmeni John Grierson, 1929'da sinema
tarihinin ilk uzun belgesel filmi olan Balıkçı Tekneleri'ni çekti.

Yorumlar

Yorum Gönder

Yorumunuz için teşekkür ederiz.